Bugünlerde herkes, bir pişmanlık tonuyla Anayasa’yı konuşuyor. Zamanında bu ülkenin niye doğru dürüst bir Anayasa’ya kavuşturulmadığından şikâyet edenler çoğunlukta. Zamanı geri almak mümkün olsa, her şeyi bırakıp dört elle düzgün bir Anayasa üzerinde çalışacaklar.Bu girişten sonra lütfen aşağıdaki paragrafı dikkatle okuyun:
***
“Türkiye’nin ihtiyacı, acil olarak yeniden yapılanma.
Yeniden yapılanmanın ön koşulu ise toplumun bütün kesimlerinin katılımıyla toplumsal mutabakata dönüşecek sivil bir anayasa.
Burada karşımıza yeni anayasayı kimin yapacağı sorusu çıkıyor.
Dünya deneyimi bize gösteriyor ki askeri idarelerin ya da meclislerin yaptığı anayasalar, toplumsal mutabakat niteliği taşımıyor ve başarısız oluyor.
İdeal anayasa, toplumun bütün kesimlerinin tartıştığı ve yürekten katıldığı sivil, çağdaş bir metin olmalı.
Türkiye’deki sistem buna uygun değil diye, toplumun susup, siyasi parti başkanlarının talimatları doğrultusunda hazırlanacak bir anayasayı içine sindirmesi beklenmemeli.
Kanımca, bütün kesimleri kucaklayan bir sivil toplum örgütünün yeni ve sivil bir anayasa tartışması başlatması ve bunu bir süreç gibi algılayarak yurda dalga dalga yayması, çok zamanında ve yerinde bir girişim olacaktır. Eğer güçlü bir anayasa rüzgârı eserse, siyasilerin de ister istemez bundan etkileneceklerini düşünüyorum.”
Bu cümleleri 3 Şubat 2001 tarihinde Sabah Gazetesi’nde yazmışız.
***
“Seçilecek olan TBMM ile paralel çalışacak bir ‘Anayasa Meclisi’ seçelim.
Bu Meclis’e seçilecek olanlar, bir daha asla siyasi bir görev almayacakları taahhüdünü imzalasın. Bu kişilere ömür boyu siyaset yasağı getirilsin.
Ve bu meclis oturup enine boyuna tartışarak, sivil topluma danışarak, mümkün olan en geniş desteği sağlayarak ‘toplumsal sözleşme’ anlamına gelecek bir sivil anayasa hazırlasın.
Toplum olarak, bir anayasa üzerinde anlaşalım, içimize sindirelim, kendimizin anayasası olarak hissedelim.
İddia ediyorum ki tıkanmış olan siyasi sistemi açacak tek formül budur.
Yoksa gününe göre çareler üretmek, anayasayı orasından burasından çekiştirmek değil.
Bir an önce bir ‘Anayasa Meclisi’ kurulmalı.
Biliyorum, kimse bu fikirle uğraşmayacak ama yarın bir gün araştırmacılar, bu fikrin bu tarihte söylenmiş olduğunu fark edecekler.”
Bu satırları da 8 Mayıs 2007 tarihinde Vatan Gazetesi’nde yayımlamışız.
***
“Önerimi yineliyorum: TBMM’ye paralel bir ‘Anayasa Meclisi’ seçelim. Bu meclis sadece bir kez görev yapacak, bir daha politikaya bulaşmayacak kişilerden oluşsun. Toplumun her kesimini temsil etsin.
Halkla, sivil toplumla, üniversitelerle, esnafla, tüccarla, köylüyle, işçiyle, emekliyle, doğu-batı ayrımı yapmadan bütün yurttaşlarının temsilcileriyle çalışıp kısa, net ve açık bir anayasa metni hazırlasın.
Sonra bu anayasa -80 sonrası gibi zorlamalar olmadan- halkoyuna sunulsun.
Hepimizin aklının ve gönlünün yattığı ve ‘benim Anayasam’ diyebileceğimiz bir kurucu metne kavuşalım.
Bence tek çare bu.”
Vatan’da yayınlanan bu yazının tarihi ise 7 Temmuz 2007.
***
Şimdi tekerlek kırıldıktan sonra yol gösterenleri ve bizim yıllardır öne sürdüğümüz önerileri yeni bir şeymiş gibi ortaya çıkaranları okuyup, dinleyip acı acı gülüyorum.
Büyük Nef’i “Allah Türk’e çeşme-i irfanı haram kılmıştır” demişti.
Bu söz, en azından bazı Türkler için doğru galiba.